Zilyetliğin Kaybedilmesi Halleri – Tescil Davası

Zilyetliğin Kaybedilmesi Halleri - Tescil DavasıZilyetliğe dayalı tescil davasında; davacı, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini iradi olarak terk ettiğini duruşma sırasında açıkça beyan ettiğine göre, artık 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi hükmünden yararlanamayacağı düşünülmeksizin, tescil verilmesi doğru değildir.

Mehmet ile Hazine aralarındaki, tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair, Mersin İkinci Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 25.10.1991 gün ve 154-603 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi, Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Mahkemece, dava konusu 913 parselin, krokide (A) ile işaretli bölümünün tarıma elverişli olması nedeniyle kabulüne, kain bölümün ise tarıma elverişli olmaması nedeniyle reddine karar verilmiştir. Hüküm, kabul edilen bölüm ile ilgili olarak Hazine tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, 20.2.1990 tarihli oturumdaki imzalı beyanında aynen:, “Ben dava konusu yeri, hiç bir şekilde ekmedim ancak muhtar, dava konusu yeri ekiyorum, tasarruf ediyorum şeklinde Maliye’ye ibraz ettiği makbuzlarla, ben belirtilen parayı ödedim. Ben hiçbir zaman burayı kullanmadım; dava konusu yeri, babam 1952 yılına kadar kullandı. 1952 yılında babam ölünce, o tarihten ben kurmayı ben hiç kullanmadım, ancak 1962 yılından itibaren 4-5 sene ektim. Ondan sonra kendi haline bıraktım. Halen, bu yeri kullanmıyorum. Boş hali arazi halinde duruyor, benim başka yerde tarlam vardır” şeklindeki beyanı ile dava konusu taşınmazı iradi olarak terk ettiğini bildirmiştir.

Terk, zilyetliğin iradi olarak kaybedilen şekillerindendir. Medeni Kanun’da zilyetliğin kaybı özel bir şekilde düzenlenmiş değildir. Kanun, bu konuya detaylı olarak 976, 988 ve 989. maddelerinde değinmiş ve 976. maddesinde, zilyetliğin geçici olarak kullanılmasının, zilyetliğin kaybı anlamına gelmeyeceği açıklanmıştır. Zilyetliğin geçici olarak kesilmesinden söz eden 976. madde hükmünün terk anlamı, geçici olmayan, sürekli olan kesilmenin, zilyetliğin yitirilmesi sonucunu doğuracağı deyimlenmektedir.

Doktrinde ve uygulama alanında zilyetliğin, zilyedin iradesine dayanarak ve iradesine dayanmadan (irade dışı) olmak üzere iki şekilde yitirildiği kabul edilmektedir. Zilyet, şey üzerindeki egemenliğini, geçici olmayarak iradesi ile ya da iradesi dışında yitirmesi ile zilyetlik de yitirilmiş olur. Geçici olmayarak su altında kalan taşınmaz üzerindeki zilyetlik, iradeye bağlı olmaksızın kaybedilmiş zilyetlik sayılır. Zilyetliğin başkasına aktarılması, zilyetliğin devri durumunda ise, iradeye dayanan yitirme söz konusudur.

Başkasına aktarılmadan şeyin terki yoluyla da zilyetlik kaybedilir. Davamızda olduğu gibi bir kimsenin, tarlasını belli bir neden yokken uzun yıllar kullanmaması ve onun tarla üzerinde egemenliğini dile getirecek her hangi bir şekilde ilgi göstermemesi, artık o tarlayı terk ettiği yolunda herkeste bir kanı uyandırır. Zira, zilyedin taşınmaz mala ilgi göstermemesi, uzun süre taşınmaz üzerindeki başkalarının zilyetliğine itiraz etmemesi, zilyedin, zilyetliği terk iradesinin varlığına karinedir. İşte bu şekilde, zilyedin o yeri terk ettiği yolunda herkeste bir kanı uyandırması durumunda, zilyetliğin yitirilmesi söz konusu olur. Bunun gibi uzunca bir süre ilgisizlik durumu gerçekleşmemiş olsa bile, bir kimse davada olduğu gibi tarlasını ekmeyeceği, kullanmayacağı ve artık terk ettiği yolunda niyet ve iradesini belli etmiş ise terk oluşmuş sayılır. Bu gibi hallerde terk iradesinin varlığı şarttır. İradenin varlığı, olayların doğal akışına, hayat tecrübesine göre anlaşılabileceği gibi davacı zilyedin yukarıda yazılı olduğu gibi açık bir irade bildirisinden de anlaşılabilir.

Davacının yukarıda açıklandığı şekilde, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini iradi olarak terk ettiğini ve 3402 sayılı Kanunun 14. maddesi hükmünden yararlanamayacağı düşünülmeden, davanın krokide (A) ile işaretli bölümü için de kabulüne karar verilmesi yerinde değildir. Kabulüne karar verilen krokide, (A) ile işaretli bölümün de açıklanan sebeple reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmiş olması isabetsiz ve temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden; kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (Y.8.HD. 11.10.1993 T. 1992/7350 E. 1993/9968 K.)

Nizam TUTUCU
Emlak Danışmanı

Bir Yorum Gönder