Vakıf Malı Sayılabilme Koşulları – Tescil Davası

Vakıf Malı Sayılabilme Koşulları – Tescil DavasıBir taşınmazın vakıf malı sayılabilme koşulları bakımından Medeni Kanun’un yürürlüğünden önce mi, sonra mı vakfedildiğinin açıklığa kavuşturulması zorunludur. Ayrıca vakfın karakteri ve türü üzerinde de durmak gerekir. (Medeni Kanun madde 102 [74]) (13.7.1967 gün ve 903 s. K.la Dğş.)

Taraflar arasındaki kadastro komisyonu kararının iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Konya Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi)’nce davanın kabulüne dair verilen 26.12.1980 gün ve 1978/881-1980/1101 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 7.4.1981 gün ve 1412-2581 sayılı ilamıyla;

…Yapılan inceleme ve soruşturma hükme yeterli görülmemiştir. O halde yapılacak iş, 30, 32 sayılı parsellerin hangi tarihten beri gelirinin Dedemoğlu Mahallesi fakirlerine dağıtılmakta olduğu, uygulanacak yasa hükümleri bakımından da niteliği saptanmalı, bu hususta gerekirse komşu taşınmazların dayanakları kayıtlardan da yararlanılmalı ve araştırmada savunma da göz önünde tutularak bir sonuca varılmalıdır.

Taşınmazın kullanma biçimine değinen şahadetle yetinilerek yazılı olduğu üzere davanın kabulü isabetsizdir… gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve Usulün 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/son maddesi gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Madeni Kanun’un yürürlüğünden önce, zengin hayır sahipleri tarafından Allah rızası için bir ayından (eşyadan) veya gelirinden yararlanma hakkının topluma, toplumda ihtiyacı olanlara tahsisi için vakıf kurmada, hem vakfeden kişi bakımından hem vakfedilen şey bakımından belirli koşulların varlığı zorunlu olduğu gibi, her vakıf için bir vakfiyenin bulunması gerekirdi. Bununla beraber, örneğin Vakfiye olmadan da bir taşınmaz vakıf malı kayıtabiliyordu. İşte, vakfiyesi olmadığı, ya da sicilde kaydı bulunmadığı için kuruluş tarihi bilinmeyen ve fakat geleneksel olarak varlığı bilinen bu tür vakıflar, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra da devam etmiştir. Medeni Kanun’umuzla, Birinci Kitabın İkinci Babının Üçüncü Faslında “Tesis” başlığı altında yeni bir düzenleme getirilmiş, 13.7.1967 gün ve 903 sayılı Kanunla da bu fasıl değiştirilmiş ve vakıf kurma işlemi yeni hükümlere incelendiğinde görülmektedir ki, Medenî Kanun’un yürürlüğünden sonra yasal koşullar dışında bir vakıf kurma olanağı kalmamıştır. Dolayısıyla artık “Şu taşınmazımı, şu amaçla vakfettim” demek o taşınmazın vakıf malı sayılmasına yeterli olmayacaktır. O halde, bir taşınmazın vakıf malı sayılabilme koşulları bakımından, Medeni Kanun’un yürürlüğünden önce mi, sonra mı vakfedildiğinin açıklığa kavuşturulması zorunludur.

Öte yandan; vakfın karakteri, türü üzerinde de durmak gerekir. Ancak bunun saptanmasından sonra vakıf malın akıbeti, aidiyeti yönü belirlenebilir. Zira, Medeni Kanun’dan önce kurulmuş vakıfların nitelikleri, amaçları göz önünde tutularak Yasa koyucu tarafından bazen vakfedilen malın geliri, bazen kendisi (aynı) değişik kamu tüzel kişiliklerine bırakılmıştır. Örneğin, “Gallesi bir karya veya mahalle ahalisinin avarız ve ihtiyacatına sarf olunmak üzere tesis edilen vakıftır” biçiminde tanımlanan Avarız Vakfı, 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 110. maddesinin 6. bendinin yorumu ile ilgili, TBMM’nin 25.6.1932 gün ve 177 sayılı kararında, (Vakf-ı sahih mahiyetinde olmayıp avarız namıyla veya muvazaaten mülk suretiyle hakiki ve hükmi şahıslar uhdesinde tapuca tescil edilmiş veya edilmemiş gayrimenkuller ile nukut olan bizzat avarızlar ve hasılatı belediyelere intikal eder) denmiştir. Bir köy veya mahalledeki fakirlerin, acezelerin infak ve iaşelerine, ölümlerinde defin masraflarına, kimsesiz kızların evlenmelerinde çeyiz masraflarına, kaldırım veya su yollarının tamirine sarfolunmak üzere kurulan vakıflar avarız vakfına örnek olarak gösterilmekte (Karinabadizade Ömer Hilmi, İsmet Sungurbey, Eski Vakıfların Temel Kitabı, Sayfa 9; Suat Bertan, Aynî Haklar, Cilt: I, Sayfa 83) ve Hukuk Genel Kurulu’nun 5.2.1975 gün ve 7/1424 E., 1975/127 K. sayılı kararında da, (…Yazılı vakfiye olmasa da geleneksel olarak bu tür vakıfların varlığını kabul etmek kökleşmiş içtihatlar gereğidir…) dendikten sonra, yukarıda anılan yorum kararına işaretle avarız vakıflarının belediyelere geçtiği vurgulanmaktadır.

Şu açıklamalar karşısında, bir taşınmaz için bilirkişi ve tanıklarca “vakıf malıdır” denmiş olması ve hatta komşu taşınmazlara uygulanan kayıtlarda dava konusu taşınmazlar yönünün “vakıf’ olarak yazılı bulunması, taşınmazın vakıf malı olarak kabulüne yeterli sayılamayacağı gibi, gerçekten ve hukuken vakıf malı olması halinde de hangi tüzel kişiliği aidiyetini ve bu arada davacı Vakıflar İdaresinin dava hakkı bulunup bulunmadığı yönünü saptamaya elverişli görülemez. Dava konusu taşınmazlar bakımından Özel Daire bozma kararında denildiği üzere, soruşturmanın derinleştirilmesi zorunluluğu vardır. Bundan sonradır ki, vakfın ne zaman kurulduğu ve türü (Avarız vakfı mı, başka nitelikte bir vakıf mı olduğu) saptanarak ve uygulanacak Yasa hükümleri göz önünde tutularak isabetli karara varılabilir. O halde, özel Daire bozma kararına bu nedenlerle uymak ve o doğrultuda inceleme ve soruşturma yapmak gerekirken, yazılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi doğru görülmemiştir.

Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı BOZULMASINA, (YHGK. 13.04.1984 T. 1982/14-79 E. 1984/419 K.)

Nizam TUTUCU
Emlak Danışmanı

Bir Yorum Gönder