Trampa sözleşmesindeki edimini yerine getiren taraf, karşı tarafın edimini ifa etmemesi halinde esaslı hata veya hileye hukuksal nedenlerine dayanarak, verdiğini isteme hakkı vardır.
Davacılar tarafından, davalı aleyhine açılan davada, Mahkemece verilen karar süresinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacılar, müşterek mülkiyet üzere olan 572 parsel sayalı çaplı taşınmaza komşu olan ve genel yola çıkışı bulunmayan 466 parsel malikinin; 572 parselden yola çıkış için istediği kısma karşılık 572 parseldeki payını davacılara bırakmak istemesinin şifahen kararlaştırıldığını, bununla ilgili işlemlerin tapu idaresinde davalı yanca ikmal edildiğini, davalıya istediği kısmın (33 m2 ve 573 parsel olarak) 23.3.1998 günlü resmi işlemle temlik edilmesine karşın; davalının 572 parseldeki payını davacılara (öteki paydaşlara) temlik etmediğini ileri sürerek iptal ve tescil istemişlerdir. Davalı yan, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, yazılı delil olmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; HUMK.nun 74 ve 75. (6100 s. HMK 26, 25, 31) maddeleri uyarınca, olayları bildirmek yanlara, hukuki niteleme hakime aittir. Somut olaya gelince, iddianın ileri sürülüş biçimi itibariyle hile ve hata hukuksal nedenlerine dayalı bir soruşturmanın yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, Borçlar Kanunu’nda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi, böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi Borçlar Kanunu’nun 25. ve Medeni Kanun’un 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, Borçlar Kanunu’nun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmiyor veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi defi veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir.
Hile ise genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede yanıltma söz konusudur. Borçlar Kanunu’nun 28/1. maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Hal böyle olunca, tarafların tanık dahil her türlü delillerinin toplanması; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirme yapılması, tapudaki işlemin gerçek niteliğinin ortaya çıkarılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, maddi olaya ve kanıtların yanlış değerlendirilmesi sonucu yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün BOZULMASINA, (Y.1.HD. 05.07.1999 T. 7159 E. 7540 K.)
Nizam TUTUCU Emlak Danışmanı
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.