1- Vesayet altındaki bir kimsenin taşınmazının satışında Sulh Hukuk Mahkemesi’nden izin alınması ve satışın Asliye Hukuk Mahkemesine onaylattırılması gerekir.
2- Ancak, Medeni Kanun 419/son uyarınca “kısıtlanan ergin çocuklar kural olarak vesayet altına alınmayıp velayet altında bırakılır” emredici hükmü karşısında annenin vasi tayini kararı velayet altına konulma olarak algılanmalıdır.
3- Medeni Kanun 342/son ve 343 uyarınca velinin velayeti altındaki kişiye ait taşınmazı satması için, önceden hakimden izin almaya ve satışın yapılmasından sonra da hakime onaylatma zorunluluğu yoktur.
Taraflar arasında görülen davada; Davacı, davalıya satış suretiyle temlik edilen Heybeliada 72 ada, 4 parsel taşınmazdaki 3/4 pay kaydının yolsuz tescil hukuksal nedeniyle illetli olduğunu ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece verilen iptal ve tescile ilişkin karar yasal süresi içinde duruşmalı inceleme yapılması isteğiyle davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı vekili, hacir altındaki Gülseren’e vesayeten yapılmış olan pay temlikinde (satışında) Sulh Hukuk Mahkemesinden izin alınmış olmasına karşın, Asliye Hukuk Mahkemesinden izin alınmış olmasına karşın, Asliye Hukuk Mahkemesinin onayının sağlanamadığını, bu yasal noksanlığın ise satışı yok hükmünde kıldığını ileri sürmüş, 3/4 paya hasren iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde salt Medeni Kanun’un 444/2. maddesi hükmü esas alınmış ve (…Asliye Hakiminin tasvip kararı olmadıkça, mahcura ait bir gayrimenkul satışının mümkün bulunmadığı, bu unsuru taşımayan satışın yoklukla illetli olduğu…) gerekçesine dayanılıp, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kuşkusuz, gerçek anlamda vesayetin söz konusu olduğu hallerde değinilen gerekçe doğrudur ve yasaldır. Ne var ki, olayda Gülseren akıl hastalığından ötürü hacir altına alınınca, kendisine annesi Münevver’in vasi tayin edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu durum karşısında, Medeni Kanun’un 419. maddesi hükmünün gözardı edilemeyeceği açıktır. Başka bir deyişle uyuşmazlığın asıl çözüm maddesi, 419. madde olmak gerekir.
Bilindiği üzere, anılan maddenin son fıkrası (Reşit olan evlat hacredildikte, vesayet altına alınacak yerde aslolan velayet altına konulmaktır) şekliyle ifade edilmiş bulunmaktadır. Bu hükmün buyurucu nitelikte olduğu açıktır. Hal böyle olunca vasi tayin kararı, velayet altına konulma anlamında değerlendirilmelidir. Nitekim, dosyaya örnekleri ibraz edilen Yargıtay özel daire kararları da bu doğrultuda yorum getirmişlerdir. Esasen, mehaz madde (Reşit çocuklar hacredildikte, vesayetin yerine kaideten velayet kaim olur…) şeklinde dilimize çevrilmiştir (Dr. A. Egger, Medeni Kanun’un Şerhi, Volf Çernis Çevirisi, sh. 302). Öte yandan, Medeni Kanun’un 342 ve 343. maddeleri ile ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 27.01.1929 tarih 542 sayılı yorumunda “Anılan maddelerin açık hükmü karşısında velilerin, velayetleri altında bulunan küçüklere ait gayrimenkullerini satmak ve rehin etmek konularında önceden hakimden izin almalarına ihtiyaçları olmadığı, muamelenin yapılmasından sonra da hakime onatmak gibi bir işlemin gerekmediği” öngörülmüştür.
Kaldı ki, olayda satış işlemini gerçekleştiren annenin velayet hakkını kullanmaya ehil ve muktedir bir kimse bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, mahcur adına bankaya yatırılmış satış parasının, annesi tarafından çekilerek, tümü kızına ait olmak üzere yeni bir taşınmaz alımı için sarfedilmek istenildiği, yeni taşınmazın alımını da satış vaadi sözleşmesine bağlandığı saptanmıştır.
O halde, yukarıda belirtilen ilke ve olgular ve özellikle Medeni Kanun’un 419/son maddesi hükmü gözetilmek suretiyle davanın reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde iptale karar verilmesi isabetsizdir. Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (Y.l.HD. 04.10.1988 T. 6695 E. 10273 K.)
Nizam TUTUCU Emlak Danışmanı
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.