Ölünceye kadar bakma sözleşmesinden doğan bakma borcu, kural olarak borçlunun ailesi içinde ve yanında yaşaması yoluyla yerine getirilmelidir. Ancak taraflar ayrı ülkelerde olup bir araya gelmeleri olanaksız olduğundan, bakma borçlusu, alacaklıya kalacağı konut ve geçimlik sağlamış, yıllardır böyle sürmüş olduğuna göre üstü kapalı biçimde sözleşmenin kendisince bakma ve birlikte yaşamaya ilişkin hükümleri kaldırılmış, yerine borcun gelire dönüşmesi kabul edilmiş demektir. (818 sayılı Borçlar Kanunu madde 514, 517) (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 611)
Taraflar arasındaki davada; Davacı, bakma akdine riayetsizlik sebebiyle davalı adına tesis olunan 386 ada, 78, 79 parsellere ait kayıtların iptalini, adına tescilini istemiştir. Davalı, iddianın varit olmadığını, davanın reddine karar verilmesini söylemiştir. Sabit olmayan davanın reddine dair verilen karar davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmiş olmakla, dosya tetkik olunarak gereği düşünüldü:
Baba ve kız olan taraflar arasında düzenlenen ölünceye kadar bakmak sözleşmesine davalının uymadığından ve bakma borcunu yerine getirmediğinden söz edilerek dava konusu taşınmazlara ait tapu kayıtlarının iptali istenilmiştir.
Davada bakma borcunun yerine getirilmemesi nedenine dayanıldığına göre uyuşmazlığın bu çerçeve içinde çözümlenmesi zorunludur. Davacı baba ileri yaşlara ulaşmış, eşini kaybetmiş, insanların dertleriyle uğraşan bir meslekte ün yapmış bir kişidir. Tek evlat durumunda olan davalı kız, yüksek öğrenim görmüş, mesleği gereği yurt dışında çalışmak yolunu seçmiştir. Davalı halen ve ölünceye kadar bakma sözleşmesinin düzenlendiği tarihten çok öncesinden beri yurt dışında çalışmaktadır.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinden doğan bakma borcunun, kural olarak alacaklının, borçlunun ailesi içinde ve yanında yaşaması suretiyle yerine getirilmesi gereklidir. Tarafların yukarıda açıklanan durumları nedeniyle davacının yurt dışına çıkması ve devamlı olarak kızının yanında kalması, borçlu davalının Türkiye’de sürekli olarak oturması ve babasına bizzat bakması olanağı yoktur.
Taraflar arasındaki ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapıldığı 1970 yılından davanın açıldığı 1975 yılına kadar davalının izinli olarak İstanbul’a geldiği veya davacının kızının yanına gittiği kısa ve belirli dönemler dışında az önce açıklanan nedenlerle tarafların birbirlerinden ayrı ve uzakta yaşamaları suretiyle varlığını sürdürüp gitmiştir. Sözleşmesinin düzenlendiği tarihte mevcut olan imkansızlık daha sonraki yıllarda dahi sürüp gitmiştir. Sözleşmenin bizzat bakma borcunun davalı tarafından yerine getirilmesi mümkün olmadığı anlaşılınca tarafların zımni bir anlaşma yaptıkları ve bu anlaşma uyarınca:
1- Davacının kış aylarında oturması için İstanbul’un merkezi ve mutena bir semtinde davalı tarafından davacı için bir apartman dairesi satın alındığı,
2- Yazları kızına ait bulunan yazlıkta oturmasına rıza gösterildiği,
3- Ayrıca davalı kızın sahip bulunduğu hanın aylık (30) bin lira tutan kira parasını bakım ve geçimini sağlamak üzere babasına bıraktığı açıktır.
Türk Borçlar Kanunu’nun 617. maddesinin son fıkrasına göre, bir taraflı fesih nedeninin gerçekleştiği hallerde hakim mukaveleyi feshedecek yerde kendiliğinden birlikte yaşamaya son verip buna karşılık alacaklıya kaydı hayatla bir irat tahsis edebilir. Dava dolayısıyla hakimin yapacağı bu durumu taraflar kendiliklerinden gerçekleştirmişlerdir. Zımni anlaşma uyarınca sözleşmenin bizzat bakma ve birlikte yaşamaya ilişkin hükümleri kaldırılmış yerine borçlunun yukarıda açıklanan şekilde irat ödemesi esası kabul edilmiştir. Yıllardan beri süregelen ve itiraza uğramayan bu icra şeklini geçersiz saymak imkanı yoktur.
Sözleşmenin tarafların karşılıklı anlaşmalarıyla dönüştüğü bu son şekline davalının uymadığı yolunda bir iddia mevcut olmadığına göre iptal isteğiyle açılan davanın reddedilmesi doğrudur.
Davacının yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, (Y.1.HD. 12.12.1978 T. 1657 E. 13022 K.)
Nizam TUTUCU Emlak Danışmanı
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.