Akrabaya Satış ve Önalım Hakkının Kullanılması – Önalım Davası

Akrabaya Satış ve Önalım Hakkının Kullanılması - Önalım DavasıMüşterek pay, karı kocaya, çocuklarına yahut akrabaya temlik edilmiş ise görünüşte satış sözleşmesi yapılsa bile, gerçek miras hukuku ile ilgili amaçlarla yada bağışlama gibi düşüncelere hakim olduğu durumlarda şuf’a hakkı kullanılamaz. (YİBK. 27.03.1957 T. 12/2)

Taraflar arasındaki, önalım davasından (şuf’a davası) dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın kabulüne dair verilen, 19.3.1991 gün ve 1986/518 E. 1991/111 K. sayılı kararın incelenmesi, bir kısım davacılar vekili ile davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin, 22.10.1991 gün ve 11186/12602 sayılı ilamı ile;

… Davalı, davacıların şuf’alı payın kendisine tapudaki satış şeklindeki temlike dayanarak şuf’a hakkını kullanmış olmaları karşısında, bu satışın gerçek anlamda bir satış olmadığını, satıcının eniştesi olup, yakın akrabalık ilişkisi içinde bulunduğunu, 27.3.1957 gün, 12/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı gereğince şeklen satış sözleşmesi bulunsa bile, hakikatte satıştan gayri miras hakkına müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde, Medeni Kanun’un satışlarda kabul ettiği şuf’a hakkının cereyan etmeyeceğini savunmakla, bu savunmasını tanıkla ispat edeceğini söylemiştir. Mahkemenin yazılı belge ile ispat edileceğini öngörerek, davalının savunmasını ancak yeminle ispat zorunluluğu olduğuna karar verdikten sonra, davalı davacılara yemin teklif etmiştir. İlk davacılar bu yemini kabul ve eda etmiş, daha sonraki, 15.11.1988 tarihinde açılan davada, davacılar yemini davalıya reddetmiş ve reddedilen yemin davalı tarafından kabul ve eda edilmiştir. Ancak mahkeme, HUMK.nun 345. maddesindeki kurala dayanarak, kendisinden sadır olmayan hususlarda, bir tarafın diğer tarafa yemin teklif edemeyeceğini kabul ederek, teklif ve eda edilen yeminlere hiçbir hukuki değer tanımamıştır.

27.3.1957 tarih ve 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, mülkiyet hakkı serbestisine ve tasarruf muhtariyetine karşı getirilmiş olan şuf’a hakkının, ancak ve ancak satıcı ve alıcının hakiki maksatlarının gerçek anlamda satış olduğu hallerde kullanılabileceği, hibe, trampa, sermaye vazı gibi tasarruflarda, şuf’a hakkının cereyan etmeyeceğine işaret edildikten sonra, neticede müşterek malikin, hissesini karı ve kocaya, evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde, şeklen satış olsa bile, hakikatte satıştan gayri miras hakkını müteferri maksatların veya hibe gibi düşüncelerin hakim olduğu ahvalde, Medeni Kanun’un gerçek satışlar için kabul ettiği şuf’a hakkının cereyan etmeyeceği hükme bağlanmıştır. Buradaki maksat kavramı tamamen, hukuki maksadının satış olmadığına dair ileri sürülen iddia tanıkla vesair delille ispat edilebilir. Nitekim, davalı taraf da bu savunmasını tanıkla ispat etmek istemiştir. Bu nedenle, mahkemenin bu konuda tanık dinlenemeyeceğine dair görüşünde isabet yoktur. Bu maksat, somut olaylarla delil serbestisi içerisinde ispat edilebilir.

Bu nedenlerle, davalı tarafa gerekmediği halde sadece yemin hakkı kullandırılmasına karar verilmesi, yukarıda yazılı esaslara uygun görülmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine göre çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek, direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle, HUMK.nun, 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/son fıkrası hüküm gereğince, duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle 27.3.1957 gün, 12/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında, “Ortak (müşterek) mülkiyetin paydaşı; payını karı ve kocaya, çocuklarına, yahut akrabaya temlik ederse, görünüşte satış sözleşmesi yapılsa bile, gerçekte miras hukuku ile ilgili amaçların ya da bağışlama gibi düşüncelerin hakim olduğu durumlarda, önalım hakkı kullanılamaz; hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda davalı, şuf’alı payı kendisine satan paydaşın yakın akrabası olduğunu belirtmiş, daha sonra ise pay satanın eniştesi bulunduğu ifade etmiştir. Ancak, enişte tanımlaması, ülkemizin muhtelif yörelerinde değişik hısımlıkları ifade için kullanılmaktadır. Bu durumda, uyuşmazlığın niteliğine göre, öncelikle şuf’alı payı satan paydaş ile bunu satın alan davalı arasındaki akrabalık derecesinin kesin olarak saptanması gerektiğinde temlike, satış gösterilmekle birlikte, miras hukukuyla ilgili amaçların ya da bağışlama gibi düşüncelerin hakim olduğu iddiası ileri sürüldüğüne göre, 27.3.1957 gün 12/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı gereğince bu hususun tanık dinlemek suretiyle kanıtlanabileceği nazara alınarak gösterildiğinde, bunların dinlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi icabeder.

Bu durumda Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya ispattır. BOZULMASINA, (YHGK. 14.04.1993 T. 6-8 E. 159 K.)

Nizam TUTUCU
Emlak Danışmanı

Bir Yorum Gönder